Cemal Şakar`ın Lamba Hikâyesinden Hakikati Görmek

 

Üst perdeden yapılan nasihatleri mi yoksa şairane bir hikâye kitabında denk geldiğiniz yumuşak bir hatırlatmayı mı tercih edersiniz? İlk seçenek bazıları tarafından ısrarla takip edilse de günümüz geleneğinde artık pek hoş karşılanmayan ve umarım ki tarihe karışmak üzere olan bir durumdur bu. Ne demek istediğimi Cemal Şakar’ın Lamba hikâyesiyle anlatmak isterim. Hikâyeyi ilk defa ona özel yapılmış bir illüstrasyon ile tanıdım ve sert eleştiriler halinde duymaya alışık olduğum bir konunun bu denli farklı işlendiğini görmek beni mutlu etti. Bu tarzın özellikle Müslüman gençler için bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum ve hem hikâyeye hem de bu ihtiyaca değinmek istiyorum.

 

Hikâye, metnin samimiyetini bozacak süslü kelimelerden uzak, son derece sade bir dille kaleme alınmış.  Hikâyenin kahramanı (şehirdeki sokak lambalarını sapanla kıran bir insan) lamba kırarken yakalanır ve insanlığın hayrına bir şey yaptığına kimseyi inandıramayınca kendisini savcı karşısında bulur. Yaptığı işin sebebini şöyle açıklar:

 

deneme

Mumcu, Aybüke Büşra, Seher Dergisi: İstanbul, 2016.

 

Sanatsal anlatımın güzelliği farklı yorumlara açık oluşunda ve doğru-yanlış gerginliğini bünyesinde barındırmamasında gizlidir. Dolayısıyla buradaki metaforların neye denk geldiğine kendiniz karar vermekte özgürsünüz. Benim yorumum ise şöyle: Göz kamaştıran ve kendine çeken dünya hayatı içinde gözlerimizin doğru işaretleri görme yeteneği her geçen gün köreliyor ve bu “ışık” bombardımanı altında gerçeği görmekte zorlanıyoruz. İşaretler o denli sönükleşiyor ki bir süre sonra şehir ışıkları arasında kaybolan yıldızlar gibi yok oluyor. Dolayısıyla gerçek ışığı görebilmek için gözlerimizi kamaştırıp bizi aldatan yapay ışıkları söndürmemiz ve karanlık görünen geceye adım atmamız gerekiyor. Ardından yıldızları fark etmeye başlıyoruz ve o karanlığın içinde yolsuz yönsüz kalmamış oluyoruz. Bunu yaparken hikâyede olduğu gibi yaptığımız delilik olarak algılanabilir ve yargılanabiliriz ancak meramımızı bu sakinlik ve eminlikle ifade edince de geriye söylenecek bir şey kalmıyor.

 

Az ve öz olan hikâyemiz dolambaçlı yollara girmeden bitiyor. Bunları Cemal Şakar’ın yaptığı şekilde kalbe dokunarak ifade etmek varken saldırgan bir üslupla etrafa “yol göstermeye” çalışıyorsak muhtemelen önce bir kendi yıldızlarımızı yoklamamız ve bulmamız gerekiyordur. Oysa edebiyattan, kısacık bir hikâyeden uzanan yumuşak bir el saatler süren konuşmalardan ve sayfalarca yazılan yazılardan daha etkili olabiliyor. Cemal Şakar’ın bu kısacık hikâyesi söylenmemiş bir şey kalmamışken neden yazıyoruz sorusuna da bir nevi cevap oluyor. Yeni ifadeler, yeni sesler, hayal gücü ve farklı bakış açıları bu dünyada nefes alabilmek için ihtiyaç duyduğumuz şeyler. Özellikle hayatlarını bu denli hızlı ve “ışıklar içinde” yaşayan çocuklar ve gençler için sıkıcılıktan ve tekdüzelikten uzak bir sesleniş biçimi olarak sakin, sade, şairane bir üslup ve edebiyat şart.

 

Yapılan çizimde hikâyenin kahramanı, lambaları kırdıkça yıldızları peşinden sürüklüyor ve sanki onları yere indiriyor gibi çizilmişti. Allah’ın işaretlerini görmek zor görünebilir ve dünyevi ışıltıların, oyalanmaların yokluğunda karanlıkta hissedebiliriz ancak gerçeği görme arzusunda kararlı ve cesur olabilirsek bazı zevklerden elimizi, eteğimizi çektiğimizde Allah’ın işaretlerinin yere inen yıldızlar gibi belirginleştiğini görebiliriz. Şüphesiz kimine göre bu dünya hayatının kimi zevkleri ve ışıltıları daha cazip görünebilir. Fakat hem Cemal Şakar’ın hikâyesi hem de bu hikâyeye adanan yukarıdaki çizim gerçek hakikat arayışının meşakkatli olduğu kadar kıymetli olduğunu da bir kere daha ortaya koymuş oluyor.

 

YAZARA AİT DİĞER YAZILAR