Anneler ve Çocuklar ve Çağrışımlar

 

Anne ölünce çocuk

Bahçenin en yalnız köşesinde

Elinde bir siyah çubuk

Ağzında küçük bir leke

 

Çocuk öldü mü güneş

Simsiyah görünür gözüne

Elinde bir ip nereye

Bilmez bağlayacağını anne

 

Kaçar herkesten

Durmaz bir yerde

Anne ölünce çocuk

Çocuk ölünce anne

 

Sezai Karakoç’un Anneler ve Çocuklar şiirinin evrensel olduğunu ve okuyan her insanda bir his uyandırabileceğini düşünüyorum. Anne ve çocuk ilişkisindeki o tarif edilmesi güç bağı, bağın keyfiyeti nasıl olursa olsun her insan hissedebilir çünkü insanın anne ile ilişkisi dünya ile ilişkisine benzer. Bu ilişkinin basit bir ihtiyaç karşılamanın çok ötesinde inanılmaz bir derinliği vardır. Belki de bunun sebebi annede aradığımız şeyin Allah’ta bulacağımız şey olmasıdır. Zira ne zaman Allah’ın merhametini anlamak istesek bakacağımız yer annenin olur.

 

   “Ancak Tanrıyı bilmiş toplumlar kişiyi bir anne şefkatiyle sarar ve kucaklar.”[1]

 

Annesinden kopan bir çocuk hayatın belirsizliği içinde çaresizlik ve yalnızlık hisseder ki bunlar hepimizin hayata karşı hissettiği duygulardır. Çocuk, annesinin kendisini bu duygulardan kurtarmasını ve korumasını ister. Onun her sorunu çözebileceğini düşünür ve varlığında güven bulur. Çocuk, annelik işlevini başkası için yerine getirecek olgunluğa ulaştığında da bu ihtiyacı devam eder ve aradığı şey aslında Allah inancıdır.

 

Bir keresinde annesinin yokluğunda durmadan ağlayan bir bebeğin hiçbir şeyle teselli olamadığı bir ana tanık olmuştum. Ancak tekrar annesinin sesini duyduğunda gözyaşları dindi ve o sese dikkat kesilerek benim anlayamadığım bir şey söyledi. Uzun süren bir korku halinden sonra tutunacak bir dal bulmuş gibiydi. Hayatta böyle hissettiğimiz, sonra merhametiyle Allah’ı hatırladığımız anlar vardır. O zaman korkumuz diner hüznümüz dinmese de, sakinleşir ve kendimizi ona teslim ederiz. Çocuğun anne ile ilişkisinin dünya hayatıyla ilişkimize benzemesinin yanında onu şekillendirmekte de rolü vardır ki bu, psikoloji biliminin bize uzun zamandır gösterdiği bir gerçek olarak aşikârdır.

Anne ise çocuğu kendisinden bir parça olarak görür ve bu his o kadar güçlüdür ki çocuğun ona ait olan bir şey olduğunu hissetmekten kendini alamaz ve yokluğuna tahammül dahi edemez. Gel gör ki hayat gibi çocuk da bir emanettir. Dünyaya ve içindeki “sahip olduğumuz” şeylere yaklaşımımız da böyledir. Bize ait olmadığını algılayamayız, kabul etmekte zorlanırız.

 

“Çocuk öldü mü güneş

Simsiyah görünür gözüne

Elinde bir ip nereye

Bilmez bağlayacağını anne”[2]

 

Annenin nereye bağlayacağını bilmediği bu ip belki de çocuğun tutunduğu iptir. Bu imgenin neyi ifade ettiği okuyucunun yorumuna kalmış olsa da elinde bir ip nereye bağlayacağını bilememe düşüncesi şiirin genel duygusuna bakıldığında boşluğa düşmek, yaşamaya sebep bulamamak gibi görünüyor bana. İnsan-dünya ilişkisi bağlamında ise sahip olduğumuzu sandığımız ve bağlandığımız şeyleri kaybedince yanlış şeyi hedef olarak belirlediğimizi fark ettiğimiz anı çağrıştırıyor. Hayalkırıklığını, boşluğu, her şeye rağmen kopamamayı, özlemi, amaç ve aracı yeniden öğrenme sürecinin sancılarını…

 

Hayatta annesiz kalan çocuklar ve çocuksuz kalan anneler vardır ancak “Bir bahar havası gibi sarmıştır eşyayı öteki dünya,” ve “Trajediyi kader yapan da ona tahammül gücünü veren de O’dur.”[3]

 


[1] Karakoç, Gün Saati. İstanbul: Diriliş Yayınları, 2017.

[2] Karakoç, Gün Doğmadan. İstanbul: Diriliş Yayınları, 2020.

[3] Karakoç, Gün Saati. İstanbul: Diriliş Yayınları, 2017.

 

 

YAZARA AİT DİĞER YAZILAR