Yaşadığımız devirde globalleşmenin sebep olduğu bir problem olarak yerel meseleleri çözememe, anlayamama, daha doğrusu yanlış anlama sorunu var. Popüler kavramlarla kendi sorunlarımıza yaklaşıyoruz çünkü ulaşabildiğimiz, haberdar olduğumuz tek yer kendi sınırlarımız olmaktan çıkalı çok oldu ve her zamankinden çok dünyanın bir parçasıyız. Bu da demek oluyor ki uzak diyarlar artık o kadar da uzak değil. Dolayısıyla medyada yaygın olarak gördüğümüz kavramları ve sorunları benimseme yöneliminde oluyoruz ve bunun bizi ne kadar ifade ettiği ile ilgili bir karmaşa yaşayarak kendi sorunlarımızın kaynağını ve çözümünü bulanıklaştırıyoruz. Böyle bir ortamda en çok ihtiyacımız olan şeyin ise eleştirel ve derinlikli düşünebilmek olduğuna inanıyorum. Bu nedenle bu yazıda “kendi meselelerimiz” konusuna en çok dikkat çeken kişilerden olan Rasim Özdenören’den ve bu meseleleri çözememenin nedeni olarak da neden derinlikli düşünemediğimizden bahsetmek istiyorum.
Bu sorun belki de en kritik olarak dini konularda Müslümanları kötü etkiliyor. Örneğin din aleyhine yazılmış eserler okunduğunda kastedilenin yazarın yaşadığı ülkenin dini tecrübesi olduğunu düşünemeyebiliyoruz. Metnin yazıldığı dönemde dünyanın bu kadar birbirinden haberdar olmadığını ve insanların toplumsal konularda evrensel değil, yerel bir yaklaşımla yazmaya meyilli olduğunu unutuyoruz. Okuduğumuz her şeyin bizimle de ilgili olduğu algısına sahibiz ve sorunların kaynaklarını ayırt edemiyoruz. Toplumumuzda farklı şekillerde görülen bir soruna sorunun ortaya çıktığı ülkelerdeki gibi yaklaşıyoruz. Rasim Özdenören bir röportajında kadın hakları sorunlarından bahsederken feminizm kavramı üzerinden bu meseleye değiniyor. Feminizmin batıda görülen ekonomik eşitsizliğe tepki olarak doğduğunu ve Türkiye’de kadın ve erkeğin farklı maaş alması gibi bir durumun olmadığını, dolayısıyla Türkiye’de görülen kadın hakları sorunlarına feminizm kavramıyla incelemenin anlamsız olduğunu belirtiyor. Yukarıda değindiğim gibi dünyayla bağımızın güçlülüğü bu popüler kavramı benimsememize, bizimle de ilgili olduğunu düşünmemize sebep oluyor. Buradan dünyanın sorunlarıyla ilgilenmemeliyiz mesajı çıkmamalı elbette ama daha öncelikli olarak kendi sorunlarımızı halletmeliyiz ve Özdenören’in dediği gibi bunları “kendi usullerimizle teşhis etmeliyiz”.
Bu konuda çok yüzeysel bir anlayışım olduğunu “Müslümanca Yaşamak” kitabını birkaç yıl önce okumuş olmama rağmen yeni fark ettim. Bu durum kitap nasıl okunur, nasıl derin düşünülür konularıyla ilgili sorunlarımızın olduğunu görmemizi sağladı. Kitabı lise yıllarında Müslüman gençler için sıklıkla tavsiye edildiğini görünce okumuştum ve tavsiye sahipleri kitabın hızla listelere alınıp okunmasından memnun olurdu ancak nasıl okunması gerektiği anlatılmazdı. Bu da sıklıkla karşılaştığımız şekilcilik ve yüzeyselliğin küçük bir örneğidir. Günümüzde hep çok okumanın önemi vurgulanır, önümüze ne gelirse hemen okuyup yeni bir kitaba geçmemiz gerekiyormuş gibi bir algı var. Halbuki sorunları çözmek onları iyi anlamayı ve profesyonel yaklaşıp eleştirel düşünmeyi gerektirir. Dolayısıyla kitapları yavaş yavaş, sindirerek okumanın ve az ve öz okumanın bizi büyük bir vakit israfından kurtaracağına ve sorunlara daha derinlikli yaklaşıp daha iyi idrak etmemizi sağlayacağına inanıyorum.
Küçükken yaz tatilleri sonrası öğretmenlerim “Kaç kitap okudun,” diye sorarlardı ve ben büyük bir sayıyla cevap verebilmek için çok okurdum ama eğer o soru “Okuduğun kitaptan ne öğrendin,” olsaydı eminim cevap veremezdim. Demem o ki keyfiyete bakmayı öğrenmemiz ve sayıları, şekilleri bir kenara bırakmamız gerek.