İstanbul’un kenar semtlerine yolculuğa çıkınca, devasa konut projeleri arasındaki ufak tefek otobüs duraklarında bekleyen öğrencilerle işlerine koşturan insanları fark etmemek mümkün değil. İnsan, çevreye karşı mücadelesinde pek de muzaffer olmuşa benzemiyor, en azından yolda gördüğüm çehreler bana bunu anlatıyordu.
İçine sıkışıp kaldıkları rasyonel boyutlardan ötürü hallerine ağlanası bu yapıların, Turgut Cansever’in bahsettiği konut ihtiyacını karşılamadığı aşikâr. İnsana yapılan bir zulüm, bu yapılaşma yöntemleriyle hangi sorunu çözecekti ki?
Her şeyi yerli yerine koymaktan bahsediyor mimar. Adalet ve nizama, belki basit görünen fakat gerçekleştirmesinin şüphesiz güç olduğu o hassas dengeye işaret ediyor. Tüm bu konutlar hakkında “bunların burada ne işi var?” demekten kendimi alıkoyamıyorum.
Belki de Cansever’in bir düşünür olarak İslam mimarisinin değerlerini hatırlatması ve mimariyi dinin ve ahlakın ürünü olarak görmesi, hâlihazırdaki olağanüstü konut ihtiyacını çözmeye tam olarak olanak tanımasa da, genel anlamda yaklaşımda bir yol gösterici olabilirdi. O yapılara, maddi ve biyo-sosyal boyutların ötesinde - sınırlı ya da sadece bir deneme de olsa - psikolojik ve ruhi bir boyut katılabilirdi. Yoldan geçen olarak “En azından bir incecik zarafet belirtisi olsa…” diye içimden geçirmem aslında insana has bir boyut aradığımdan kaynaklanıyordu.
Seçenekler vardır ve bu seçenekler arasında tercihler yapılması mimariyi oluştur Cansever’e göre fakat burada bir mimari yok, yalnızca kısıtlı tercihler söz konusu. İnançların gerçek yansıması, bu topraklarda böyle bir yapının mimarinin bir parçası olarak görülmesine imkân vermez gibi geliyor. İnsanın ihtiyacına göre esnek malzemeden yapılmış ve her nesle uyarlanabilen evlerden, niceliklerce yönetilmiş ve rasyonelin mutlak çözümlerine inanan yapılara geçiş, mimari bir tutarlılıkla yapılmamıştır, zannetmiyorum. Mimari de teknolojinin bir ürünü haline geldi İstanbul’da ve güzelim şehrin adına buna üzülmeden edemiyorum.
Yanlarından geçip gittiğim bu binaların, birinin günler ve haftalar boyunca gördüğü sadece yapılar, binalar, duvarlar olmaması gerekir. Sanki insanın yüzünden insanlığı çekiliyor. İlahını ve inancını, bir gün öleceğini hatırlatmayan yapılarla çevrili olduğunu fark etmeyen insan, birliği ve faniliği hatırlatacak ufacık bir tezyine, bir otantik malzemeye, maneviyatın küçücük bir kıvrıma sığdığı bir kitabeye hasret bile kalamıyor.
Cansever Müslüman toplumlardaki bu karmaşanın, aslında başka çok yerde duyduğum gibi, inançtan uzaklaşmaya kaynaklık ettiğini söylüyor. Tevhid, İslam mimarisindeki huzur, aşkınlık, denge ve fıtratta kendini gösteriyor. Biz ise Tevhid’ten uzaklaşıp fetişistik aşırılıklara (şirk) yönelince bu durum, algımızın daralmasına ve insan-evren-alem ilişkisini görmezden gelmemize neden oluyor. Toplama kampına benzer yapılar, fütüristik binalar bir yana, şimdiki mimari çıkmazlarımıza Tevhidi cevap getirme denemeleri üzerinde çalışmak bir ihtiyaç. İnsanın insana zulmetmeye devam etmemesi için bu kutularda rasyonel bir insanın yaşamadığını, insanın yaşadığını görmemiz gerekiyor.
---
* Yazıdaki kavramlar için Turgut Cansever’in Divan Dergisi 1996 basımlı birinci sayısında yayınlanan “İslam Mimarisi Üzerine Düşünceler” isimli kitap değerlendirmesine bakılabilir.