Mehmet Akif Ersoy her Türkiye vatandaşının bildiği bir şair olsa da ne yazık ki ona dair bilgimiz genellikle İstiklal Marşı ile sınırlı. Bu eser takdire şayan olduğu kadar diğer şiirleri de öyledir ancak nedense kitabının adı bilinse de şiirleri çok bilinmez. Bu durumun suçlusunun onu hamaset şiirleriyle sınırlayan ve yalnızca milliyetçi duygular için kullanan kişiler olabileceğini ve sadece savaş şiirleriyle bilinmesinin şairliğine haksızlık olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde yaşanan hızlı dil değişiminin de onun şiirinin “zor” olarak anlaşılmasına neden olduğunu da unutmamak gerekir elbette. Bu yazıda Mehmet Akif Ersoy’un güçlü kalemi ve şiiri konusunda bir tanıtım yapmak ve Safahat’ın diğer şiirlerinin de okunmasına vesile olmak isterim.
Şiirini şairin kendisinden sorduğumuzda şu cevabı alıyoruz:
Bana sor sevgili kâri’ sana ben söyleyeyim
Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım :
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.
Şi’r için “göz yaşı” derler, onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım !
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım !
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.
Bu tasannu’dan uzak samimi sözlerden anlıyoruz ki Mehmet Akif şiirinde güçten ziyade aczden ve hisli bir yürekten bahseder. Zaten İstiklal Marşı da bu hisleri barındırır ve başka hiçbir ülkenin böyle şairane ve hisli bir marşı yoktur. Şair “dili yok kalbimin” dese de ve demekte haklı olsa da şiirleri kalbini tanıtır. Zira kalpleri ancak Allah bilir ve birini tam olarak anlamak belki de mümkün değildir ancak şiir bu noktada kalpten kalbe giden bir yol gibidir ve kişinin anlaşılmasını, hissedilmesini kolaylaştırır.
Mehmet Akif Ersoy’un bu ülkeye miras bıraktığı tüm şiirlere kıymet verilmeli ve “zor” diye lanse edilen güzel dili ile tanışılmalı. Dil doğal akışında dahi hızla değişen canlı bir mekanizma ve ülkemizde bu değişimi daha da hızlandırmak için özellikle çaba gösterildi. Dolayısıyla yüz yıl, hatta elli yıl önceki şiirler günümüz okuyucusuna yabancı gelmeye başladı. Ancak şunu hatırlatmak isterim ki Mehmet Akif’in dili sadedir, sorun bizim kelime bilgimizdedir ve edebi mirasımızı koruyabilmek ve anlayabilmek için bu kelimeleri bilmek her halükarda gereklidir. Zira sadeleştirilmiş metinler üslub güzelliğini ve anlam derinliğini maalesef ki kaybeder. Bu nedenle şu meseleyi özellikle vurgulamak gerekir: dilimizin yabancı sözcüklerden arındırılması gereksiz bir çaba olmasa da bu durum yabancı sözcükleri bilmememiz gerektiği anlamına da gelmez. Dilin tüm kazanımları o dilin zenginliği anlamına gelir ve dili bilen insanların ufkunu aynı oranda zenginleştirmektedir. Mehmet Akif’in şiirlerine taşımış olduğu bu zenginlik şiirleri aracılığı ile topluma yansıtmaya çalıştığı bir zenginliğin de habercisi konumundadır. Dili zenginleştirirken kelime dağarcığımızın genişlemesi, milletin genel tüm alışkanlık ve genel ahlak kodlarını beslerken aynı zamanda kelimelerin dünyasını da toplumun tüm tarihsel tecrübesini yansıtmaktadır.
Dolayısıyla Mehmet Akif Ersoy’un hakkını teslim etmekiçin şairliğini bir bütün olarak görüp, tüm eserlerine kucak açmak ve onu “zor” olarak adlandırmak yerine kendimizi “yetersiz” olarak görmemiz gerekir.